24 Eylül 2014 Çarşamba

Gerçek Özgürlük...

 

    Kaç kayboluş geçer esaret dolu bir bedenden. Bir ruh tarifi mümkünsüz kaç acıya ev sahipliği yapabilir ki? Güneşi teninde hissedememek ve artık loş sokaklara gölgenin düşememesi gibi zor kayboluşlar bahşeder esaret... Oysa denizin kokusunu ruhunda hissedebilmek ve tüm yalnız şehirleri belki de ruhunla görmen gerek.
    Sokaklar aynı, üzerinde eskimiş, paslanmış anıların asılı kaldığı sokaklar. Yaşanmışlıkların üzerine, sigara dumanı gibi sinmiş kasabalar hala aynı. Değişen bir tek üzerindeki ölümlü bedenler... Ve belkide esarete yenik düşmüş ruhlar...
    Bunalımlarını derin mezarlara gömsen, üzerlerinde ateş kırmızısı zambaklar yetişse; toprağın altındaki bedeni unutturabilir mi? Ya çektiği acıları ya mecbur kaldığı esareti?
    Herkesin içinde anlık özlemler, anlık isyanlar var zaman zaman neye karşı olduğunu bile bilmediği. Kabusların çıkarsız duygularına tutunmak istediğinde, insanların içlerindeki uzaklık gözlerini kamaştırıyor. İçlerindeki ufuk çizgisinin, yüreklerini yakan bir kızıllığı ve gecikmiş umutları var.
   Hayatı en çok esaret altındakiler sorgular. En güzel günlerin anıları, onların mahkum zihinlerindedir. En güzel şiirleri onlar yazar ve yaptıkları resimler gördüklerinin çok ötesindedir. Onların esareti somut parmaklıklar ardındadır sadece, çünkü ruhları, hiçkimsenin olamayacağı kadar özgürdür. Kabullenmişliğin mağrur yollarında son enerjileriyle umutlanmayı görev bilmişlerdir kendilerine. Onların gidilecek nice istasyonları, yetişmesi gereken uçakları yok. Belki sadece küçük bir bahçeleri ve küflü bankları var. Özgür insanların yüreklerindeki uçurumlara karşın, onların umut etmeyi bırakmadığı sıcacık yürekleri var. İşte budur gerçek özgürlük...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder